Felsefe Edebiyat Buluşması
Uzm. Pedagog. Ferah Diba İzgi
Hoş geldiniz! Geçenlerde Raffaello’nun Atina Okulu freskini ele aldığımız röportaj büyük ilgi gördü. Şimdi ise felsefenin edebiyatla buluştuğu önemli bir eseri, Endülüslü filozof İbn Tufeyl’in Hayy Bin Yakzan adlı felsefi romanını derinlemesine inceleyeceğiz.
Bu kez, Prof. Dr. Abdullah Durakoğlu ile birlikte, İbn Tufeyl’in düşünce dünyasına dair alışılmışın dışındaki bir bakış açısıyla sohbet edeceğiz.
Prof. Dr. Abdullah Durakoğlu lisans eğitimini 1999 yılında Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Felsefe Grubu Eğitimi Bölümü’nde tamamladı. 2008 yılında aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde felsefe alanında yüksek lisansını, 2010 yılında ise Eğitim Bilimleri Enstitüsü Felsefe Grubu Öğretmenliği Anabilim Dalı’nda doktorasını tamamladı. 2011 yılında Abant İzzet Baysal Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’ne Yardımcı Doçent olarak atanan Durakoğlu, 2017’de doçentlik, 2022’de ise profesörlük unvanlarını aldı. Halen Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde görevini sürdürmektedir.
Felsefenin edebiyatla nasıl iç içe geçtiğini merak edenler için, Prof. Dr. Abdullah Durakoğlu, düşünceyi imgenin hizmetine sunan Endülüslü filozof İbn Tufeyl’in Hayy Bin Yakzan adlı felsefi romanını derinlemesine inceliyor. Röportajın bu bölümünde, Durakoğlu, İbn Tufeyl’in felsefesini alışılmışın dışındaki bir bakış açısıyla yorumlayarak, bu önemli eserin felsefi ve edebi boyutlarını tartışıyor.
- İbn Tufeyl’in felsefi düşüncesi ve Hayy Bin Yakzan adlı eseri hakkında neler söyleyebilirsiniz? İbn Tufeyl’in felsefi mirası ve düşünce dünyası üzerine genel bir değerlendirme yapabilir misiniz
-İbn Tufeyl, İbn Rüşd ve İbn Bacce ile birlikte Batı İslam Uygarlığının en önemli üç filozofundan biridir. Ancak, İbn Tufeyl’i diğer İslam düşünürlerinden farklı kılan en önemli özelliklerinden biri, herhangi bir itikadi mezhebe mensup olmamış olmasıdır. Literatürde genellikle sezgiciliği temel alan İşrakiyye mezhebinin bir temsilcisi olarak tanımlansa da, İbn Tufeyl’i böyle bir kategoriye sokmak yanıltıcıdır. Çünkü İbn Tufeyl, Suhreverdi gibi katı sezgiciliği savunan bir filozof değildir. Aksine, o, akıl ve sezgi aracılığıyla mutlak doğrulara ulaşılabileceğini savunur. Bu nedenle, ne İbn Rüşd gibi katı bir rasyonalist ne de Suhreverdi gibi katı bir sezgici olarak tanımlanabilir.
İbn Tufeyl’in yazdığı Hayy Bin Yakzan adlı roman, aslında onun bilgi felsefesi üzerine yazdığı bir eserdir. Romanın ana konusu, insanın bilgiye nasıl ulaşabileceği ve bunun yolları üzerinedir. İbn Tufeyl, eğitim felsefesine de bu romanda ikincil bir konu olarak yer vermiştir.
Felsefe ve edebiyatın iç içe geçtiği bu derin sohbeti kaçırmayın! Prof. Dr. Abdullah Durakoğlu ile gerçekleştirdiğimiz bu röportajda, önemli bir felsefi romanı farklı bir perspektiften keşfedeceğiz.
- Hayy Bin Yakzan adlı roman, felsefi bir eser olarak tarihsel bağlamda nasıl değerlendirilmelidir? İbn Tufeyl’in eserinde insanın bilgiye ulaşma süreci ve doğa ile ilişkisi nasıl ele alınmıştır? Bu romanın felsefi anlamı ve etkileri hakkında neler söyleyebilirsiniz
Hayy Bin Yakzan İslam uygarlığında yazılmış ilk romandır. Endülüslü filozof İbn Tufeyl tarafından kaleme alınmış felsefi bir romandır ve alegorik anlatım tarzıyla yazılmıştır. Romandaki ana karakter Hayy, bir adada tek başına yaşayan ve büyüyen çocuğun adıdır. Hayy kelime anlamı diri demek. Romanın adında geçen Yakzan ise uyanık anlamına geliyor. Romanın adını Türkçeye çevirdiğimizde “uyanık oğlu diri” şeklinde bir anlamı var. Çocuk o kadar zeki ve uyanık kurgulanmış ki İbn Tufeyl de, çocuğun zekâsı sayesinde tek başına diri kalabildiğini ve hiçbir şeyden geri kalmayarak hayatını idame ettirebildiğini vurgulamak istediğinden romana bu adı vermiş olabilir. Yakzan aynı zamanda çocuğun babasının adıdır. Bu romanın iki versiyonu var. İlki İbn Sina tarafından yazılmıştır. İbn Tufeyl de İbn Sina’dan esinlendiğini söyleyerek aynı başlıkla roman kaleme almıştır. Yalnızca ikinci versiyonunu özetleyeceğim:
Büyük bir adada insanlar refah içinde yaşarlar. Ada son derece kendini beğenmiş ve zevki sefa içinde yaşayan bir sultan tarafından yönetilmektedir. Sultanın güzeller güzeli bir kız kardeşi vardır. Kız evlilik çağına geldiği hâlde sultan onu kimseye layık görmediğinden kız kardeşinin evlenmesine izin vermez. Kız, akrabalarından Yakzan adlı bir gence âşık olur ancak korkusundan bunu açığa vuramaz. Aradan çok zaman geçmeden iki sevgili gizlice evlenirler. Zaman geçer, bir erkek çocukları olur. Adını Hayy koydukları bu çocuktan dolayı evliliklerinin ortaya çıkacağından korkarlar. Bu her üçünün de hayatlarının sonu demek. Öyleyse çocuktan kurtulmaları gerekir. Annesi Hayy’ı gece boyunca emzirdikten sonra bir sandığın içine yerleştirir ve deniz kıyısına getirir. Genç anne çok üzgün ve endişelidir ama yapabileceği hiçbir şey yoktur. Tek güvencesi Allah’tır. Ellerini açıp dua ederek çocuğu denizin serin sularına bırakır. Çocuk, doğa olaylarının (med- cezir, rüzgâr) ve yunusların yardımıyla hiçbir insanın ayak basmadığı küçük bir adanın kıyısına ulaşır. Çocuğun ağlamasını duyan ve yavrusunu kaybetmesinin acısını yüreğinde hisseden ceylan hemen kıyıya yanaşarak çocuğu görür ve onun yanına gider. Ayaklarıyla ve ağzıyla kıyıdan çocuğu çekip daha güvenli bir alana çıkaran ceylan, onu emzirir. Bundan sonra ceylan, çocuğu hiç bırakmaz. Ceylan, Hayy’a annelik yaparak onu hem besler hem de tehlikelerden korur. Tropikal bir bölgede bulunan bu ada, ne çok sıcak ne de çok soğuktur. Adada yırtıcı hayvan yoktur. Bazı küçük, tehlikeli hayvanlara karşı da ceylan, Hayy’ı korumak için her an tetiktedir. Yavrusunu kaybetmiş ceylanın sütüyle beslenen çocuk büyüyüp yürümeye başladıktan sonra adada sürekli keşifler yapmaya başlar. Hayy önce hayvanları taklit etmeye başlar, bitkileri ve cansız varlıkları teşhis eder, varlıklar arasında karşılaştırmalar yapar, onları sınıflandırır, analiz eder. Kendi kendine yüzmeyi öğrenir, oynadığı çakıl taşlarıyla ateşi keşfeder, kap ve silah kullanmasını öğrenir. Hayy, ölen anne ceylanın (kendisine annelik yapan ceylan) kalbi üzerinde deney yapar. Deney yapmadan önce her bedende bir ateşin yandığı ve bedene sıcaklık veren şeyin bu olduğunu düşünen Hayy, yaptığı deney sonucunda ölü bedenin içinde, özellikle de kalp bölgesinde kül göremediğinden deney üzerinde düşünmeye başlar. Düşünerek her canlı bedende, bedene canlılık veren bir unsur (ruh) olduğu fikrine ulaşır. Anne ceylanın ölümünden dolayı büyük üzüntü duyan ve diseksiyon çalışmasının sonucunda tefekkür ederek ruh kavramına ulaşan Hayy, buradan âlemin bir yaratıcısı olduğu düşüncesine ulaşır. Ona göre bu Yaratıcı ölümsüz ve ruh gibi cisimsel olmayan bir varlık olmalıdır. Büyüyene kadar gecelerini anne ceylanla birlikte küçük bir mağarada uyuyarak geçiren Hayy, kuşları gözlemleyerek ev yapmayı öğrenir. Ağaçlardan ve otlardan ev yaptıktan sonra artık evde yaşamaya başlar. Büyüdükten sonra eskisi gibi araştırma ve keşif yapmaz. Yaşadığı küçük adada keşfetmediği hiçbir şey kalmamıştır artık. Adadaki tüm canlıları ve cansız varlıkları bildiğinden artık öğreneceği bir şey de yoktur. Bu dönemden sonra tefekkür ederek yani derin düşüncelere dalarak deney ve gözlem sonuçlarını analiz eder ve buradan yeni bilgilere ulaşır. Hayy artık genç olmuştur. Bu dönemde Hayy bir sabah başka bir adadan gelen Absal ile karşılaşır. Absal, insanlardan sıkıldığı için ve ibadete daha fazla zaman ayırmak için adaya yerleşmeye karar verir. Ancak adaya ayak basar basmaz Hayy ile karşılaşınca hayal kırıklığı yaşar, hatta yolunu değiştirmeye çalışır. Ancak bu küçük adada birbirlerini görmeden yaşamaları mümkün değildir. Hayy ise büyüdükten sonra ilk defa kendisi gibi bir insanla karşılaştığından sevinir ama konuşmayı bilmediğinden sevincini ifade edemez. Hayy konuşmayı bilmediğinden Absal ilk başta, kendisinin ondan çok daha bilgili ve üstün olduğunu düşünür ve Hayy’a önce konuşmayı öğretir. Hayy keskin zekâsı sayesinde konuşmayı kısa zamanda öğrenir sonra ikisi sürekli sohbet etmeye başlarlar. Her ikisi de birbirine yaşadıklarını, başından geçenleri anlatır. Absal, Hayy’a sonraki günlerde âlemin yaratılışı, düzeni, Allah ile din hakkında bilgiler verir. Hayy, Absal’ın anlattıklarına şaşırmaz, hatta ona benim düşündüklerimle senin anlattıkların aynı” der. Bunları zaten bildiğini ifade eder. İkisinin de bilgisi arasında bir aykırılık yoktur. Absal daha sonra Hayy’ın kendisinden zekâ ve bilgi bakımından çok daha üstün olduğunu anlayarak ona karşı saygı göstermeye başlar ve hayatının sonuna kadar birlikte yaşamaya karar verirler. Absal sohbet ederken ada halkının durumundan söz edince her ikisi de oraya giderek insanları uyarmaya karar verirler. Hayy, insanlara dünyanın gerçek yüzünü, yaşamın bir oyun ve eğlenceden başka bir şey olmadığını, yaratılış gayesini anlatsa da tüm emekleri boşa gider. Bu gerçeği anladıktan sonra Hayy ile Absal adaya geri dönerler ve orada ömürleri boyunca kendilerince bir yaşam sürerler.
- İbn Tufeyl, felsefi düşünceleri ve entelektüel mirası açısından nasıl bir figürdür? İbn Tufeyl’in felsefi yaklaşımını ve Batı ile İslam düşüncesi üzerindeki etkilerini nasıl değerlendirirsiniz?
İbn Tufeyl 12. Yüzyılda İber Yarımadası’nda Gırnata (Granada) yakınlarında doğan Endülüs’ün en önemli filozoflarından biridir. El- Kindi ile Farabi’nin başlattığı İslam felsefesi geleneğini Batı’ya taşıyan İbn Tufeyl, kendisinden önceki İslam geleneğini eleştirerek onların yalnızca basit bir takipçisi olmadığını da göstermiştir. İslam felsefesinde tartışılan en önemli hususlardan biri âlemin ezeliliği meselesiydi. Farabi savunduğu on akıl nazariyesiyle âlemin ezeli olduğunu ilk kez ifade eden filozof olur. Farabi’den 30 yıl sonra doğan İbn Sina da âlemin ezeli olduğu düşüncesini savunur. Gazali ise yaratmanın belirli bir anda olması gerektiği düşüncesinden hareket ederek âlemin hem yaratıldığı hem de ezeli olduğu düşüncesini çelişkili bulur ve Farabi, İbn Sina gibi Mutezile mezhebine mensup filozofları kâfirlikle itham eder. Kaleme aldığı “Filozofların Tutarsızlığı” adlı eserinde Aristotelesçi filozofları tenkit eden Gazali’den sonra gelen İbn Rüşd ise yazdığı ‘Tutarsızlığın Tutarsızlığı’ adlı eseriyle Gazali’nin suçlamalarına cevap verir. Endülüslü filozof İbn Rüşd’e göre de âlem ezelidir.
İbn Tufeyl ise âlemin ezeliliği meselesinde agnostik bir tavır takınır. Alemin ezeli olup olmadığının bilinmesinin mümkün olmadığını iddia eden İbn Tufeyl, insanların, ancak âlemin bir yaratıcısı olduğunu, bu yaratıcının tek olduğunu ve gayri- cismani bir varlık olduğunun bilmelerinin mümkün olduğunu düşünür.
-Hayy Bin Yakzan romanındaki Hayy ve Absal karakterleri, felsefi anlamda neyi temsil etmektedir? Bu karakterler üzerinden insanın bilgi arayışı, doğa ile ilişkisi ve manevi olgulara dair hangi felsefi temalar işleniyor?
Hayy karakteri, adada sürekli keşif ve araştırma yapan araştıran ve düşünen bir insanı temsil ettiğinden filozofa karşılık gelecek biçimde kurgulanmıştır. Absal ise sürekli ibadet ettiğinden ve ibadete daha fazla zaman ayırmak için münzevi bir yaşamı tercih ettiğinden sofu bir insanı temsil etmektedir.
Hayy aynı zamanda filozof gibi zeki ve hiçbir önyargıya sahip olmayan bir kişi olarak kurgulanmıştır. Hayy, zorunlu olarak henüz bebekken münzevi bir hayat sürmeye başladığından şartlanmış bir zihin yapısına sahip değildir. Bu nedenle hiçbir önyargısı yoktur. Toplumdan soyut yaşaması onun için bir avantaj olmuştur. Aynı filozoflar gibi meraklı bir kişiliğe sahip olduğundan kendi kendine sürekli sorular sormakta ve bu sorulara hem varlıkları teşhis ederek hem de düşünerek çözümler bulmaya çalışmaktadır. Hayy gibi zeki çocuklar için toplumsal yaşam bireyin gelişimine zarar verebilir. Bu yönüyle roman, Fransız filozof Rousseau’nun kaleme aldığı Emile adlı eserin öncüsü niteliğindedir. Rousseau da bu eserde aynı İbn Tufeyl gibi medeniyetin ve medeniyetin bir ürünü olarak ortaya çıkan eğitim tarzlarının çocuğun doğal gelişim planına zarar verdiğini iddia eder. Rousseau’ya göre, çocuklarda müthiş bir öğrenme hızı vardır. Çocuklar kendi kendine her şeyi daha iyi öğrenirler. Bu nedenle yetişkinler, çocuğun gelişim planına doğrudan müdahale etmemelidirler.
İbn Tufeyl de bu eserle, birçok insanın Hayy gibi zeki bir canlı olarak dünyaya geldiğini savunuyor. Ancak yaşadığımız toplumda o kadar çok çocuklara müdahale ediliyor ki, çocuklar kendi kendine öğrenebileceği birçok şeyi öğrenmekten mahrum kalıyorlar. Daha sonraki yaşam evrelerinde ise öğrenme içgüdüsü köreliyor ve zamanla yok oluyor. Okul döneminde ise çocuklar yanlış eğitim tarzlarıyla eğitiliyorlar. Bu nedenle çocuklar, doğasından uzaklaştırılıyor ve kendi kendine yabancılaşıyor. İbn Tufeyl de Aristoteles gibi insanı düşünen ve bilen bir canlı olarak tanımlar. Bu bağlamda düşünüldüğünde Hayy karakteri, doğası hiç bozulmadığından Aristoeteles’in tanımladığı tarzda bir insana karşılık gelecek biçimde tasarlanmıştır. Aristoteles Metafizik adlı eserinde de insanın doğası gereği bilmek, öğrenmek istediğini söyler. Romandaki Hayy karakterinde de müthiş bir öğrenme arzusu vardır.
- İbn Tufeyl’in felsefi düşüncelerinin Hayy Bin Yakzan romanındaki yansımaları nelerdir? Eserin kurgusu ve karakter gelişimi üzerinden İbn Tufeyl’in bilgi, doğa, akıl ve sezgiye dair felsefi görüşlerini nasıl gözlemliyoruz?
Romanda Hayy, yaşadığı deneyimler sonucu Tanrı olduğu fikrine ulaşıyor. Hayy, Absal karakterinden farklı olarak bu düşünceye kendi kendisine ulaşıyor. Hayy’ın bir filozofu temsil ettiğini düşündüğümüzde İbn Tufey’in felsefesi hakkında şunu söyleyebiliriz: İbn Tufeyl felsefe ile din arasında bir uyum olduğu düşüncesini savunuyor. Ona göre felsefenin de dinin de konusu aynıdır. Her ikisiyle de Mutlak Varlık olan Tanrı’yı öğrenmeye çalışır, biliriz. Ancak felsefe herkes için uygun değildir. Tanrı’yı bilmek felsefe yoluyla mümkün olsa da bunu az sayıda insan gerçekleştirebilir. Çünkü felsefe ancak Hayy gibi zeki insanların işidir. Absal gibi ortalama bir zekâya sahip insanlar da Tanrıyı ancak dinin öğretileri sayesinde öğrenebilirler. Zira din bu nedenle herkese gönderilmiştir.
Alemin ezeli olup olmadığının bilinemeyeceğini söyleyen İbn Tufey, katı rasyonalist bir filozof değildir. Bu nedenle aklın sınırlı olduğunu kabul eder ve bilginin kaynağı konusunda da uzlaşmacı bir tavır ortaya koyar. Ona göre, duyumlar, salt zihin hatta sezgilerimiz de bilgiye kaynaklık yaparlar. Adada tek başına yaşayan Hayy, önce gözlem yaparak varlıkları teşhis eder. Varlıklardan aldığı tek tek bilgilerden genel yasalara ulaşır. İlk başta tümdengelimsel yöntemle doğa yasalarını keşfeden Hayy, sonra doğa yasaları üzerine düşünerek, bu genellemelerden diğer genellemelere ve özel bilgilere ulaşır. Ceylan hamile kaldığında kendisi gibi yavru doğacını bekleyen Hayy, yavru ceylanın dünyaya gelmesinden sonra büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Öte yandan yavru ceylanın kısa zamanda kendi kendine kısa zamanda yürümeye başlaması ve koşup sekmesi Hayy’ın aşağılık kompleksine girmesine ve üzülmesine neden olur. Tümdengelimsel yöntemlerle canlılar arasında da karşılaştırma yapan Hayy, antiloplar gibi güçlü boynuzlarının olmadığını, tavşanlar gibi hızlı hareket edemediğini, kuşlar gibi uçmasının mümkün olmadığını anladıktan sonra kendisinin hayvanlardan en belirgin farkının akıl olduğunu fark eder. Böylece daha fazla düşünmeye başlar ve tümdengelim yöntemiyle yani deneye ve gözleme gerek kalmadan tefekkür ederek yeni bilgiler elde eder. En sonunda da sezgileriyle bir yaratıcının olduğu düşüncesine ulaşır.
Romandan da anlaşılabileceği gibi İbn Tufeyl, bilginin kaynağı konusunda çoklu bir anlayışı savunur. Ona göre duyumlarla bilgi elde edilebildiği gibi zihinle yani salt düşünerek de, sezgiyle de bilgi edilebilir. İbn Tufeyl’in Hay Bin Yakzan adlı romanı kısa zamanda çok sayıda dile tercüme edilmiştir. Önce İbranice’ye çevrilen bu eser daha sonra aralarında İspanyolca, Fransızca, İngilizce ve Rusça’nın bulunduğu çok sayıda dilde yayınlanmıştır. Bu eser Robinson Crose’nin yazarı Daniel Defoe de, Emile’nin yazarı Jean Jacques Rousseau’ya da ilham kaynağı olmuştur.
Röportajın sonunda, konuşmanın özünü toparlayarak ve okuyucuya bir mesaj vererek bitirmek etkili olacaktır. İşte bir öneri:
- Röportajımızın sonunda, Hayy Bin Yakzan ve İbn Tufeyl’in felsefi mirası üzerine son olarak neler söylemek istersiniz?
Hayy Bin Yakzan, yalnızca bir felsefi roman olmanın ötesine geçerek, insanın bilgiye ulaşma sürecini, doğa ile ilişkisini ve manevi arayışını derinlemesine sorgulayan bir başyapıttır. İbn Tufeyl’in eseri, zamanın ötesine geçerek bugüne kadar geleneksel felsefi düşüncelerin, akıl ve sezgi arasındaki dengeyi, bireyin içsel keşif sürecini nasıl etkileyebileceğini gösteriyor. Eser, insana sadece düşünmenin değil, aynı zamanda doğanın içinde var olmanın ve onunla uyum içinde yaşamanın ne denli önemli olduğunu hatırlatıyor. Bugün, bu tür eserlerin çağlar boyu bize sunduğu düşünsel mirası anlamak, insanlık için daha derin ve anlamlı bir yaşam arayışına katkıda bulunabilir.
Prof. Dr. Abdullah Durakoğlu’na bu değerli röportajı kabul ettiği ve felsefi bakış açısını bizlerle paylaştığı için teşekkür ederiz.
Benzer Haberler
TELEVİZYONUMUZUN DİLİ
“NEBUN, susturulan hayatların haykırışı oldu.”
Türkiye açısından esas risk, yoksullaşarak yaşlanma olgusudur!
Leyla Karataş İçin Dualarda Birleştik!
GURBETÇİLERİN SESSİZ ÇIĞLIĞI: TANJU ÖZCAN’A CEVAP VE VATAN SEVGİSİNİN MANİFESTOSU
Yazmak ve Yaşamak: Bir Yazarın İç Dünyasına Yolculuk
Deprem Değil, İhmal Sallıyor Bizi!
BİRİSİ...